...
Ara
Close this search box.
Ara
Close this search box.

Mimar Nermin Özkök ile Söyleşi

Bilfen eğitim kurumlarının gerek tasarımını gerekse dekorasyonunu üstlenmiş olan Bu güne kadar birçok esere imzasını atmış, ayrıca Türkiye’nin ilk kadın cami mimarı olan mimar Nermin Özkök ü daha yakından tanımak için yapmış olduğumuz keyifli sohbeti her ay bir mimar köşemizde sizlerle de paylaşmak istedik.

Sizce, Dünya ölçeğinde, Türkiye’deki mimarinin yeri nedir?

Bu sorunuzu, bu ülkede yetişmiş bir mimar, daha da önemlisi ülkemin bir evladı olarak göğsümü kabartıp gururla cevaplamak isterdim. Ama ne yazık ki buruk içim.

Anadolu’nun muhtelif yerleşim yerlerinden büyük kentlere sürekli sızan göç akınının altmışlı yıllarda artarak doruğa çıkmasıyla başlamıştı her şey. Buralarda hatırı sayılır ölçüde konut açığı boy göstermişti. Yine bu yıllarda kabul edilen bir imar yasasıyla kent gövdesi beton yığınlarına dönüşmeye başlamış; en çok iki veya üç katlı olan güzelim bahçeli, geleneksel motiflerle bezeli müstakil ahşap, kâgir evlerle birlikte, tarihi taş binalar da hızla yıkılıp yerle bir edilme sürecine girmişti.

Büyük kentlerin aşırı büyüyüp şişmesinin yarattığı talep artışı, en az alanda en fazla kazanç sağlayacak sağlıksız gidişin önünü açmış; bu durum, kısa sürede tuhaf bir yüklenici modeli türetmişti. Kendilerinden mesleki uzmanlık aranmayan, hatta okuryazar olması bile gerekmeyen bu figürlerin inşaat sektöründe hızla söz sahibi olmasıyla, yıkımın yarattığı çürüme artık geri dönülemez hale gelmişti. Artan trafiğe çözüm bulmak için yolların genişletilmesi veya kalabalıkların başını sokabilecekleri bir evlerinin olması gerektiği gibi bahanelerle, tarihi binalar ve kent silueti acımasızca yok edilmiş, çevreye soluk aldıran yeşil alanlar hızla talan edilip yağmalanmıştı. İktidarda olanlar da siyasi çıkar hesaplarıyla türlü usulsüzlükleri görmezden gelince: artık bir gecede ayağa dikilen gecekonduları ve donanımsız yüklenicilerin çok katlı yap-sat binalarıyla, kentin ikamet edilen konutlarda yaşayan yüzü genel olarak kimliksiz, ruhsuz bir görünüme bürünmüştü.

Bu süreçte kabul görüp moda olan; yatay değil de artık dikine giden yapılaşmanın tohumlarını atan ‘Apartman’ kavramı: yetersiz altyapıyı, uygun olmayan mekân standardını ve çirkinliği yaratmış; doğası toprakla birlikte düşünülmesi gereken insanın özüne yabancılaşmasına neden olmuştu. Bugün, büyük kentlerde birbirleriyle yarışarak hızla yükselen uzun kulelerin atası sayılan apartmanlardaki yaşam, Türk aile yapısının alışık olduğu değerlerle çelişiyordu. Geleneklerinde var olan iyi komşuluk ilişkilerini yozlaştıran; aynı çatı altında ama birbirlerini tanımayan; sürekli sorunlarla birlikte yaşayan insanların mutsuz olduğu; bencilliği körüklerken, küçük çıkar hesaplarının ön plana çıktığı kendine has olumsuzluklarıyla, daha bir yığın rahatsız eden özelliklerini de beraberinde getirmişti.

Yine de fazla karamsar değilim. Ülkem, bütün bu olumsuzluklara rağmen kültürel miras açısından evrensel düzeyde zenginlik ve çeşitliliğe sahip geniş bir alandır. Bu topraklarda farklı kültürlerin asırlar içerisinde yarattığı zengin mozaik, renk çeşitliliğinin izlerini yine de korur. Safranbolu’dan Muğla’ya, Kars’tan Kapadokya’ya, Trabzon’a, Urfa’ya kadar özgün çeşitliliğimiz her yana serpilmiştir ve biz bu tonlama içinde farklılıklarımızın sarmaladığı bir bütünüzdür. Bu durum tasarım dinamikleri açısından mesleğini seven mimara keyif veren bir zenginlik, Türkiye’ye ise insanlık mirası açısından uluslararası düzeyde bir sorumluluk getirir.

Mimari miras, kültürel mirasın en önemli bileşenlerinden biri, belki de birincisidir. Bunun çağdaş yaşamla bütünleştirilmesi, toplumların kültürel sürekliliği açısından yaşamsal önem taşır.

Özellikle iki binli yıllarda internetin yaygınlaşmasıyla birlikte küresel ölçekte enformasyonun kolaylaşması ve şu ya da bu nedenlerle sermaye akışının ivmelenmesi, Türkiye genelinde mimarlığı son yirmi yıl içinde oldukça etkilemiştir. Bu değişikliklerin, özellikle sermayenin yoğunlaştığı İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerin fiziksel ve sosyal yapısı üzerinde yarattığı etki ise tartışmaya açık, oldukça derin bir konudur. Özetle, Türkiye’deki mimari, dünyadaki sanayileşmiş ülkelerin mimarisi ile yarışır duruma gelmiştir bana göre ama bir farkla: Bu farkı görmenin, yani bu farkın dışa bağımlı teknolojinin nimetlerinden faydalanmakla sınırlı kalmış olduğunu inceden inceye hissetmenin üzüntüsünü duyarım hep. Bu arada yürekli, mimari kimlik endişesi duyan, cesur projelere imza atmış ama ne yazık ki azınlıkta kalan Türk meslektaşlarımızın hakkını da vermek isterim. Onların arasında kendime bir yer açabilmişsem ne mutlu bana.

Büyük, prestij sayılabilecek projelerin başında yabancı bir mimarın imzasını görmek o ülkenin insanına acı vermelidir. Bu yabancılaşmanın rüzgârlarının mimarlıkta ve kentsel planlamada yavaş yavaş, daha doğru bir deyimle sinsice ilerleyerek, tarihten gelen kültürel birikimleri -bunu, geleneksel ruh taşıyan tasarım ilkeleri adına söylüyorum- erozyona uğratıp bir gün yok edebileceğini bilmenin kaygılarını taşıyorum. Bir ütopya belki ama ülkemde -ve hatta bunu tüm dünya ülkeleri için de söyleyebilirim- hayalim: uzun, nereye gittiğimi bilmediğim sarmal, karanlık bir yolculuktan sonra gözlerimi açtığımda, mimari dokuya bakıp bulunduğum ülkeyle birlikte o kentin adını da söyleyebilmektir. Bu duyguyu Sedat Hakkı hocamın eserlerine bakınca yaşayabiliyorsam eğer, neden olmasın…

Mimarlık politikasının temellerinin, mimarlığın sanatsal ve kültürel özünün her alanda önemsenmesi gerektiğinin bilincinden ayrılmadan, bu alandaki özgün tasarımların ve şehircilik çalışmalarının, gelenekselle uyumu pekiştirecek biçimde atılmasının zorunluluğuna inanırım. Yerel yönetimlere ve politikacılara düşen görevse: -büyük kentlere göç akınının başladığı 1960lı yıllardan günümüze kadar yapılan hatalar ve oy uğruna verilen tavizler sonucu her ne kadar geri dönüş yolları tıkanmış gibi görünse de- en azından gelecek nesiller için bu günden sonrasının sorumluluğunu omuzlarında hissetmek olmalıdır.

Siz hem mimari, hem de iç mimari projeler tasarlayıp çiziyor ve uygulama yapıyorsunuz. Bütün bu işler için ana prensibiniz nedir?

Bunlara prensipler bütünü diyelim. Birincisi, mimari eser heykel gibi statik bir yapı değildir, sürekli yaşadığına tanık olursunuz. Yakışıklı görseniz de canlı bir organizmayı iç organlarından soyutlayamadığınız gibi, yapıyı da iç mimari fonksiyonlarının dışında düşünemezsiniz. Örneğin, geleneksel bir Türk evinin kalbi mutfaksa eğer, o birimin yeterli hacmiyle gürül gürül atması gerekir ki hayat bulsun; her yapı, iç ve dış enerjisiyle bir bütündür. İkincisi, bir projenin doğru, tutarlı ve mimarca olabilmesi için tek merkezden yönetilmesi gerektiğine inanırım. Ve nihayet, sadece proje çizmenin, çizilen projeyi sahibine teslim edip onu kâğıt demetleriyle yüzüstü bırakmanın haksızlık olduğuna inanırım. Yaptığım tasarımda bana ait bir ruh vardır ve onu hangi teknikle çizersem çizeyim, sadece ben görebilir, ben okuyabilirim. Bu nedenle hazırladığım projelerin uygulanma ve yapılanların doğruluğunu kontrol işini de kimseye bırakmam, kendim üstlenirim; aksi halde şartlar ne olursa olsun, o projeyi çizmem mümkün değildir.

Genç mimarlara ve mimar adaylarına neler söylemek istersiniz?

Çok şey söylemek isterim elbette. Ama onlara bir şeyler söylerken, aldıkları ya da alacakları eğitimin kalitesinden kuşku duymamam gerekir ki rahat olabileyim, ama bildiğim ve tanık olduğum bazı olumsuz örnekler yüzünden pek rahat olamıyorum. Okullarda verilen eğitimin kalitesinin: okulun teknik yapılanması; hocalarımızın altyapısı, birikimi, entelektüel düzeyi ve ekonomik motivasyonuyla doğrudan ilişkili olduğunu unutmamamız gerekir.

Gençlerden, okullarında aldıkları eğitimle yetinmeyip kendilerini geliştirmek için bütün yolları denemeleri, mümkün olduğunca donanımlı olmaları istenir; bu ortak bir payda olup, mimar, doktor, avukat… Mesleğe yeni atılacak her profesyonel adayı için geçerli bir öğüttür.

Mimarlık mesleği doğru tasarım ve bunun uygulanması sanatıdır, çizilen proje bir resim değildir; projeden mutlaka üçüncü bir boyutta hayat bulması beklenir. Bu biçimlenim, yapı elemanlarının birbirine eklenmesiyle oluşan karmaşık bir süreçtir. Hangi malzemenin nerelere uygun olduğunun, zamana bağlı olarak ve farklı koşullarda ne tepki vereceğinin bilinmesi, inşaatlarda hayati önemi olan doğru yerde doğru malzeme kullanımını getirir. Dolayısıyla, yapıyı oluşturan malzeme guruplarının –ahşap, taş, cam, metal, yapay elemanlar vb.- iyi tanınmasının gerekliliği esastır. Bunun pekişmesi için yapı fuarları gezilmeli, uygulama atölyelerine gidilmeli, hangi ürünlerin nerelerde kullanıldığına dair bilgiler yerinde görülüp bu konuda sağlam fikirler edinilmelidir.

Genç mimarlardan, mesleki gelişimin ve kültürel mirasın geleneksel dokudan sapmadan, fakat kesinlikle modern yaklaşımlarla yüceltilebileceğine inanmalarını isterim. Çağın gerisinde kalmayı istemeyiz elbette.

Biz sizinle yaklaşık üç yıldır birlikte çalışıyoruz. Anıl zemin malzemelerini seçmenizin nedenleri nelerdir?

Doğru yerde doğru malzeme kullanmanın önemine biraz önce kısaca değinmiştim. Yıllar boyu sayısız okul projesi çizdim ve projelerin hayata geçirilmesi için şantiyelerinde bizzat bulundum. Yaptığım okulların çoğunluğunun küçük yaştaki ilköğretim öğrencileriyle okul öncesi yavrularımıza eğitim veren yapılar olması nedeniyle -öğrencilerin yaşı ve buna bağlı kırılganlıkları düşünülürse- kullanılacak malzemelere karar verirken iki kat daha duyarlı davranmam gerekiyordu. Her türlü alerjik uyaranlara ve bulaşıcı hastalıklara karşı hassas olan bu yaş gurubu evlatlarımız için sağlığa uygunluk çok önemliydi ve kullanılan malzemelerin hem sağlam hem de kolay kir tutmayan, temizlenebilir ve bünyesinde nem barındırmayacak yapı elemanları arasından seçilmesi mutlaktı. Ayrıca hareketli, yerlerinde duramayan yumurcakların koşup oynarken kaymamaları, bir şekilde yere düşerlerse bunu malzeme seçimine bağlı olarak en az zararla atlatmaları gerekirdi; ısıya ve çocukların darbelerine de dayanıklı olmalıydı seçilen malzeme, yırtılmamalı, deforme olmamalıydı.

Firmanızın ürünleriyle tanışmadan önce bu konularda hayli zorlandığımı; uygunluğunu onayladığım bir zemin malzemesi bulup mutlu olsam da bunun tedariki için aylarca beklediğimi hatırlarım.

Her türlü zemin kaplama malzemesi ihtiyacım için son derece kaliteli, geniş bir ürün gamını kısa sürede sunuyor olmanız; gerek iş merkezlerinde, konutlarda, gerekse diğer yaşama alanlarıyla sportif faaliyetlerin yapıldığı açık alanlarda olsun, okul dışındaki diğer projelerimde de elimi rahatlatan önemli bir dayanak olmuştur. Ayrıca, Türkiye’de inşaatların mümkün olan en kısa sürede bitirilmesi endişesi; özellikle de okul inşaatlarının süratle tamamlanıp, bir önceki sezonda eğitime başlama zorunluluğu duymaları, şantiye programlarının çok daha yoğun olmasını ve buna bağlı olarak montaj işlerinin olabilecek en kısa sürelerde tamamlanmasını gerektirir.

Anıl Zemin’in kendi bünyesinde oldukça kalabalık bir montaj ekibiyle çalıştığını biliyorum. Bu avantajla işe başlayıp, baş döndüren bu tempoya titiz bir çalışmayla cevap verebiliyor olmaları bir mimar olarak bana güven aşılayan bir başka özelliktir. Bu saydığım olumlu nedenleri gördüğüm sürece birlikteliğimiz elbette ki devam edecektir…

Teklif Formu

Daha Fazla, Zemin Kaplama Ürünlerimiz hakkında bilgi almak için; Vadi İstanbul Bulvar bulunan ofis-showroomumuzu ziyaret ederek inceleyebilirsiniz.
Daha ayrıntılı bilgi ve sorularınız için

Tel: +90 212 274 44 22

E-mail
info@anilzemin.com bilgi@anilzemin.com

TEKLİF FORMU

Mimar Nermin Özkök ile Söyleşi

Teklif formunu gönderdikten sonra Müşteri Temsilcimiz sizinle en kısa sürede iletişime geçecektir.